İnsanlığın şifa arayışı insanlık tarihi kadar eskidir. Bu arayış içerisindeki hekimler kendi devirlerinin el verdiği ölçülerde yeni yöntemler, teknikler geliştirmiş aynı zamanda bedenlerin şifasının doğada yetişen bitkilerde olduğunu keşfettikten sonra bu alana özel bir ilgi göstermişlerdir. Bu alanda bugün Batı’da Ben Gesla adı ile meşhur olan İbn Cezle, Bağdat’ta çok çok önemli çalışmalar yapmış ve çağının ötesinde eserler kaleme almıştır. Son yüzyılda kökleşmiş olan bir alanda ihtisaslaşmanın aksine sadece bin yıl önce bir insanın alim olabilmesi için birçok alanda eğitim almış olması gerekliydi. İbn Cezle de birçok Hıristiyan tabipten dersler aldıktan sonra Bağdat’ta 10. yüzyılda çok ciddi bir servet harcanarak inşa edilmiş olan Bîmâristân-ı Adudi’nin (hastane) baş hekimi olarak görülen Hasan Said’ten tıp ilmini tam anlamıyla öğrenmiştir. Daha sonra mantık ilmini öğrenmek için bir hoca arasa da Hıristiyan bir hoca bulamayan İbn Cezle, Müslüman bir alimden kelam ve mantık dersleri aldı. Bu derslerin etkisi ve hocasının daveti ile Müslüman oldu. Daha sonra öğrendiği tıp ilminin omuzlarına yüklediği görevin bilinci ile hekimlik yapmaya başladı. Bir dönem sarayda da hekimlik vazifesi yapan İbn Cezle’nin bölge halkının tüm fakirlerinin hastalıklarının tedavisinden para almadığı ve dahi hastalıkların tedavisinde kullandığı ilaçların ücretini de cebinden ödediği bilinmektedir. 1100 yılında vefat ettiği bilinen İbn Cezle’nin o tarihler düşünüldüğünde fakirlerin bir hekim bulmasının ne kadar zor olduğu göz önüne alındığında ne derecede ulvi bir görev üstlendiği takdire şayandır. Vefat ettiğinde tıp, tarih ve edebiyat alanında yazdığı pek çok eseri bulunan İbn Cezle, yolunu izlemek isteyenlerin yolunu aydınlatmak için bütün eserlerini İmam-ı Azam Medresesi’ne bağışlamıştı. Vefatının ardından doğulu alimler olduğu kadar batıdaki alimlerin de hayretle okuduğu bir kaynak tıp kitabı olarak gördüğü Takvimü’l Ebdan, uzun yıllar her iki bölgede de temel tıp ders kitabı olarak kabul gördü.
Bu eserde İbn Cezle 350’nin üzerinde hastalığın nasıl teşhis edileceğini, belirtilerini ve tedavi şekillerini detaylı şekilde kaleme almıştı. Onun ardından 1280 yılında Sicilyalı Yahudi hekim Magister Faraci bu eseri Latince’ye çeviren ilk zat olmuştu. 1532’de eserin Almanca’ya çevrildiği de tarihi kaynaklarda yer alıyor. Eser, doğuda ise ilk olarak Tahran’da Farsça’ya çevrilir, daha sonra Osmanlı’nın meşhur tabiplerinden Mahmd el-Kirmani eseri çevirmiştir. Farklı dillere çevrilen eserin ne kadar büyük ve önemli olduğu, kısa sürede tıp ilminin alimleri tarafından anlaşılmıştı. Bu sayede pek çok hastalık ve bu hastalıkların tedavisi daha kolay şekilde yapılabildi. Yüzyıllarca nesillerden nesillere, kıtalardan kıtalara ilham kaynağı olan bu tıp eseri üzerine kapsamlı ve ciddi son çalışma California Üniversitesi’nde 1973 yılında yapılmıştı. Joseph S. Graziani o yıl gerçekleştirdiği doktora tezinde bu eseri merkeze almış ve tezinin başlığını şöyle seçmişti: Ibn Jazlah’s 11th Century Tabulated Medical Compendium, Taqwim al-Abdān.
İbn Cezle’nin Takvimu’l-ebdan’ında esas çarpıcı olan, müellifin hastalıkları astronomi cetvellerine benzer şekilde sinoptik tablolarla sıralamasıdır. Hastalıkları daha önce örneği olmadık şekilde ele alan İbn Cezle, her bir hastalık için 12 hane çizer ve ilk hanede hastalığın adını, diğer dört hanede hastalığın özellikleri ve belirtilerini, hangi yaş aralığında daha çok rastlandığını yazdıktan sonra altıncı hanede hastalığın tehlikeli mi yoksa daha uysal bir rahatsızlık mı olduğunu belirtir. Bu tanımlardan sonra yedinci haneyi hastalığın sebeplerine ayıran İbn Cezle, sekizinci hanede hastalığın tedavi edilip edilemeyeceği ile ilgili bilgi verir. Dokuzuncu hanede hastalığın hangi ilaçlarla nasıl tedavi edileceği, onuncu hanede hastalığın en önemli tedavi unsurlarını, on birinci hanede en basit ilaç tedavi yöntemlerini, son hanede ise hastalıktan nasıl korunulacağına dair temel bilgileri anlatır.
Bu tıp alimlerinin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur ve tarih boyunca bizlere göstermiştir ki doğada hemen hemen bütün hastalıkların şifası bulunur. Bugün insanlığın ortak mirası olan ve unutulmaya yüz tutmuş bu alimlerin yeniden hatırlanması, eserlerinin güncel dillerde çevrilmesi ve ufak ya da büyük hastalıklara karşı uyguladıkları yöntemlerin insanlığa anlatılması en az hastanın ilaca ihtiyaç duyduğu kadar elzemdir.