![Nazi Almanya’sında Tıbbın Karanlık Yüzü Bölüm 1](https://hulyagiebel.de/wp-content/uploads/2023/07/makale.jpg)
Hayat, tüm canlılar için doğum ve ölüm arasında geçen serüvendir. Bilim adamları pek çok alanda hayatı irdelemiş, kimileri teknik kimileri felsefi açıdan bu serüveni etkileyen durumlarla alakalı tezler ortaya koymuştur. MÖ 10 binli yıllarda inşa edildiği kabul edilen Göbeklitepe’de de yaşam ve ölümün izlerini görüyoruz. 21. yüzyılın teknolojik imkanları ile kuşatılmış bugünün insanının hayatında da ona dair emareler görüyoruz.
Hayatı değerli kılan düşünce ise insanların varlığının bir amaca hizmet etmesidir. Tıp alanında hizmet veren tüm emekçiler, insanların sağlığını korumak, savaş, deprem ve buna benzer olağanüstü hallerde kendi canlarını hiçe sayarak hayat kurtarmayı görev edinmişlerdir. Ancak yaklaşık 90 yıl önce tıp alanında o gün Almanya’da tartışılamaz görülen isimler öylesine korkunç kararlar vermiş ve bunları uygulamıştır ki insanlık adına gerçekten utanılması gerekiyor.
Tıp ve nasyonal sosyalizm alanında insanlığa ölümsüz eserler bırakan ve ilmi ile önümüzü aydınlatan Prof. Dr. Werner Kümmel, 1936’da Zürih’te dünyaya gelmişti. Uzun eğitim sürecinin ardından 1970’te Frankfurt Üniversitesi’ne bağlı Senckenberg Tıp Tarihi Enstitüsü asistanlık görevini üstlendi. İlerleyen yıllarda tıp tarihi alanında önce doçentlik tezini sundu, ardından da profesör unvanını almayı başardı. 1988 yılında devraldığı Mainz Üniversitesi Tıp Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanlığı görevini 2004 yılına kadar sürdürdü.
Prof. Dr. Werner Kümmel’in katılımı ile İstanbul’da gerçekleştirilen Tıp ve Nasyonal Sosyalizm konulu çalıştayda yaptığı konuşmalar ve tespitler, Tıp ve Nasyonal Sosyalizm adlı eserle ölümsüzleştirildi. Çalıştayın açılışında yaptığı şu konuşma tıbbın sapkın bir düşüncenin esiri olduğunda ne derece korkunç sonuçlar ortaya koyduğunu tespit etmişti.
“1933 yılına kadar bir hukuk devleti ve kültür milleti olan Almanya, daha sonra çok kısa bir süre içinde hekimlerin ciddi destekleriyle ilk defa devasa ölçüde bir biyopolitikanın uygulandığı acımasız bir diktatörlük rejimine dönüşmüştür. Bu politikanın amacı, halkın biyolojik ırkçı bir şekilde temizlenmesi ile bir seçkin üretime ulaşmaktı. O zamana kadar tasavvur edilemeyen Biyo Diktatörlük’ün modern ve son derece uygar bir ülkede gelişmiş olması, tıp ve nasyonal sosyalizm konusunun sadece Almanya için değil, aynı zamanda tüm dünya için de bir ders konusu olmasını gerekli kılmaktadır.”
Prof. Kümmel’in altını çizdiği konu, her ne kadar bu sapkın fikirler Hitler eli ile gerçekleştirilse de Öjeni, Ötanazi ve Üstün Irk safsatası sadece Almanların icat ettiği bir düşünce yapısı değildi. Bu fikrin temelleri aslında Darwin tarafından 1859’da kaleme alınan Türlerin Kökeni kitabında gizlidir. Bu durumu tespit eden Prof. Kümmel, çalıştayda bu konuda hakkında şunları söylemiştir:
“Nasyonal sosyalizmin genel dünya görüşü ve biyopolitikasının hedef ve tasarılarının temelleri, aslında 19. Yüzyılın ortalarında çoktan formüle edilmiş, sonrasında daha da geliştirilmiş ve 20. Yüzyılda Almanya’da olduğu gibi diğer ülkelerde de farklı boyutlarda algılanmıştır.”
Prof. Kümmel’in işaret ettiği nokta son derece önemlidir. Zira Darwin’in ortaya attığı tüm hayvan ve bitki cinslerinin farklı hayat şartlarında tesadüfi olarak geliştirdikleri mutasyon ve doğal seleksiyon iddiası tamamen safsatadan ibarettir. Zira akıl sahibi herkes bilir ki doğada tesadüf diye bir şeye yer yoktur. Makalenin başında işaret ettiğim Göbeklitepe’de tasvir edilen hayvanlar ve insanlara baktığınızda bugünkü insanlardan ve hayvanlardan bir farkları yoktur. Daha bugüne yaklaşıp Mısır piramitlerindeki hiyeroglifler incelenebilir. Orada da insanın evrimine dair tek kanıt bulunamamaktadır. Antik Yunan’dan günümüze kalmış heykellerde tasvir edilen insanlardan hiçbirinin dört kolu, üç bacağı yoktur. 13. Yüzyılda çizilmiş ve günümüze kadar sağlam kalmış hiçbir tabloda insanın mutasyon geçirdiğine dair bir çizim bulunmamaktadır. 100 sene kadar önceye kadar gittiğimizde çekilmiş ilk kamera kayıtları incelendiğinde yine Göbeklitepe’deki tasvir edilen insanların benzerleri yeryüzünde dolaşmaktadır. Peki, bu kadar yadsınamaz bir gerçek ortada iken Darwin’i kimler takip etmişti? Darwin’in 1859’da yayınladığı Türlerin Kökeni kitabından 9 sene sonra Almanya’da Alman Tıp Doktoru ve Zooloğu Ernst Haeckel “Doğal Yaratılış Hikayesi” (Natürliche Schöpfungsgeschichte) kitabında bu uydurma mutasyon safsatasını milletler tarihine kadar uygulayacak kadar anlamsız iddialarda bulunmuştur. Darwin’e göre yaşam mücadelesi ve en güçlünün hayatta kalması (struggle for life – survival of the fittest) olarak formüle edilen canlıların doğal seleksiyonu, Ernst Haeckel’in milletlere uygulanması ile Sosyal Darwinizm gün yüzüne çıkmıştı. Bu safsataya göre doğa güçsüzleri eliyordu. Oysa milletler kendi içlerinde bulunan engelli, akıl hastası ve buna benzer bakımı zor bireyleri modern tıp teknikleri ile hayatta tuttuğundan doğal seleksiyonu bozuyorlardı. Okuduklarınız bir masal kitabından alıntı değildir. Bu anlatılanlar sadece 80-90 yıl önce tüm Batı’da kabul edilmiş fikirlerdi. Bu fikirlerin Hitler gibi bir kaçığın zihin dünyasında neler çağrıştırdığını ve bu çağrışımlarla ne korkunç olaylar yaşandığına da geleceğim. Yukarıda belirttiğim doğal seleksiyona engel olan tıbbın kontrol altına alınarak engelliler, düşük zekaya sahip bireyler, akıl hastalarını tedavi etmek yerine onların toplumun dışına itilmesi, çocuk yapmalarının engellenmesi sağlanmak isteniyordu. Bu yapılmazsa bu saçma tezin sahiplerine göre insan ırkı tehlikeli bir yok oluşa doğru gidiyordu.
İnsan genetiği ve öjeni ideasının fikir babası İngiliz Francis Galton, 1983’te zayıfların ve ruh hastalarının üremesinin sınırlandırılması, aynı zamanda öjeni bağlamında (güçlü, hastalığı olmayan bireylerin) teşvik edilmesini istedi. Bu fikirden etkilenen Alman Alfred Ploetz, 1895’te yayınladığı Irkımızın Becerisi ve Zayıfların Korunması eserinde öjeninin Almanya’daki en ateşli savunucusu ve bayraktarı olmuştu. 1905’te ise Irk Hijyeni Alman Topluluğu’nu kurmuştu. Dikkatinizi tekrar çekmek istiyorum. Bu fikirler ortaya atılıp dernekler kurulduğunda Hitler henüz 13 yaşında bir çocuktu. Peki, Ploetz gibi yazarları, düşünürleri böyle sapkın fikirleri savunmaya iten düşünce neydi? Bu konu benim uzmanlık alanım olmadığından alttaki bölümü, benim ilk kitabım olan “Bir Doğal Tıp Hülyası”nı kaleme almamda büyük katkıları olan Araştırmacı Yazar Cem Koç kaleme aldı.
Dünya savaşları galibi olmayan yeryüzünde yapılmış en anlamsız savaşlardı. Aslında Fransız İhtilali’nden hemen sonra bir araya gelen bir grup, o tarihlerde yeryüzünde çıkartılacak savaşlarla güçlü herhangi bir imparatorluğun yeryüzünde kalmaması gerektiğini kararlaştırmıştı. Süreci gözümüzde canlandırdığımızda İngilizlerin güneş batmayan imparatorluğu, Fransızların Napolyonla ele geçirdiğini sandığı tüm topraklar, Almanların kurmayı düşündüğü büyük imparatorluk, Rus çarlarının yüzlerce yıllık planları ve bizim atalarımız olan Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm gücü 1. Dünya Savaşı ile ortadan kalkmıştı. İşte bu süreçte en zararlı çıkan devletlerden biri de Almanlardı. Ne düşündükleri büyük imparatorluğu kurabilmişlerdi ne de o büyük serveti topraklarına taşıyabilmişlerdi. Ayrıca senelerce süren savaşlar ve çatışmalar neticesinde ülkelerinin yetiştirdiği en zeki, en güçlü, en dirayetli insanları kaybetmişlerdi. Bu korkunç bir psikolojik travma yaratmıştı. Bu travma sadece Alman milletinde değil, savaştaki hemen her toplumda az ya da çok görülüyordu. Bu travma altında ezilen Alman milleti, çok ağır şartlar içeren Versay Barış Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştı. Bu antlaşma hem askeri açıdan hem de ekonomik açıdan Alman milletini esir duruma getirmişti. Sadece birkaç 10 yıl içerisinde yeni bir dünya savaşı başlayacak ve yine bu savaşın neticesinde de hiçbir millet ve hiçbir devlet kazanamayacaktı.
Makalenin ikinci bölümünde Hitler, Nasyonal Sosyalizm ve Tıbbın insanlığın başına ne korkunç olaylar getirdiğini belgeleri ile incelemeye devam edeceğiz.
Kaynak: Werner F. Kümmel – Tıp ve Nasyonal Sosyalizm Kitabı